İSLÂM’DA BOŞ İNANÇ ve HURAFE YOKTUR
Sait Koçer
Kur’ân-ı Kerîm’de geçen âyet-i kerîmelerin hepsi Hak’tandır ve haktır ve bunlar birbirinden ayrılamaz bir bütün teşkil etmektedirler. Bu sebepledir ki, Kur’ân-ı Kerîm’in hakkaniyetine, O’nun Allah kelâmıve Hz. Peygamber’e indirilmişbir kitap olduğuna delalet eden bütün delillerin Kur’ân’ın her bir âyetine de delil olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.
İslâm düşmanı itirazcılar şöyle diyorlar: “islâm’da boş inanç(hurafe) yoktur” derler. Oysa var, işte örnek: İslâm’da büyüve büyünün tesirinin gerçek olduğuna inanılmaktadır. Sonra da büyü ile alâkalı Bakara sûresinin 102. âyetini ve Sahih-i Buharî’de Hz. Âişe (r.anha)’den rivayet olunan hadis-i şerifi zikrediyorlar ve şöyle diyorlar: “işte bu âyet ve hadislere dayanılarak, İslâm ulemasının cumhurunca büyünün etkisinin gerçek olduğu savunulur.”
Onların itiraz ve iddialarına cevap vermeden önce büyü, sihir ve hurafe kelimelerinin ifade ettikleri manalar üzerinde duralım.
Sihir-Büyü: Gizli, ince, anlaşılması güç olay, aldatma, gözbağcılık, haktan uzaklaştırma, hakkı bâtıl, bâtılı hak gösterme gibi manalar ifade etmekte olup, bir kaç çeşidi vardır.
a) Güçlü ruh sahiplerinin yaptığı iddia edilen büyüler. İnsan ruhunun temizlenmesiyle bazı güçler kazanacağına, kendi bedenlerinde olduğu gibi başkalarının bedenlerinde de tesir yapabileceğine inananlar, başka varlıkları buyruk altına alabilmek için uzlete çekilir, çeşitli riyazetler yaparlar.
b) Cinlerden faydalanılarak yapılan büyüdür. Yaptığı tılsımlarla kötü cinleri veya ervah-ı habîseyi tesiri altına alabilen kişiler istediklerine kötü şeyler yaptırır, aklını çeldirir, sağlığını bozar, vb… Burada büyünün kötütesirini yapan cinlerdir. Büyülenmiş kişi cinlerin tesiri altına girer.[1] Bu durumdaki birine “mecnun” denir. Manası: “Cinlere yenik düşmüşkişi” demektir.
Cin; kapalı, görülmeyen demektir. Ama zâtından değil de, bizim için kapalı, görülmeyen veya akla kapalı demektir.
Cinnet kelimesi ise deli olma hali; cinn de (Allahu âlem) bütün bu işlerde bilinen, görünen âmil (yani sebepler planında zahirîâmil) ve bu işe sebebiyet veren faktördür.[2]
İşte yukarıda belirtildiği gibi sihir; hakikati ve gerçekleri olan bir fiildir. Hurafe ise; uydurma, batıl inanç, efsane veya gerçek olmayan şeylere inanma manasına geldiğinden sihir ile hurafe arasındaki fark; gerçekle yalan arasındaki fark gibi kesin ve belirgindir.
c) Yalanı gerçek, gerçeği yalan gösterme ve aldatma manasına gelen sihirdir ki, gözbağcılık denilen, el çabukluğuyla yaptığını gözlerden kaçırmak ve yaldızlı sözlerle kulakları avutmaktır.[3]
İşte bu manaya gelen sihir kelimesinin gölgesinde veya bu mananın gölgesine sığınarak, gerçekliği ve hakikati olan sihiri de kabul etmemek ve tesirine inanmamak doğrusu; hakikata gözünü kapamaktan başka birşey değildir.
İlim adına konuşanlara düşen vazife, hakikatları toptan inkâr edip görmezlikten gelme değil, bilakis esas vazifeleri mümkün ve vaki olan herşeyin, ilmin araştırma alanına gireceğini kabul ederek, meseleyi tetkik etmeleridir.
Vakıaları görmezlikten gelmenin kimseye fayda getirmeyeceği ve bu davranışın da gerçeklikle uzaktan yakından bir alakasının bulunmadığı herkesin malumudur. Bütün ilimler ve âlimler adına konuşuyor gibi meseleyi toptan ikaz etmek veya “bilimde yeri yoktur! Bunlar hurafedir!” gibi laflar ise ilme zıt bir peşin fikirliliğin ifadesi bir cesaret işidir!!!
Bu ön bilgi ve fikirden sonra, cinlerin bu tür sihir işlerinde kullanılabilmesi ve tesirlerinin gerçekliği üzerinde duralım.
Cinler maddeye nüfuz edebilecek mahiyette varlıklardır. “Cin şudur” diyemiyorsak da tesir ve nüfuz kabiliyetine sahip varlıklar olduğu açıktır. En basit misaliyle, röntgen şuaları insan bedeninde rahatlıkla yer alabiliyor ve belli ışın çeşitleri maddeyi eritip yapısını değiştirebiliyorsa, bu ışınlardan daha latif olan cinler insan bedenine nasıl nüfuz edemesin ki!… Evet cinler insanın fizyolojik yapısına tesir edip, çeşitli zararlara yol açabilir, damarlara ve beynin merkezî noktalarına müdahale edebilirler.[4]
Demek oluyor ki başta şeytan olmak üzere cin taifesinin insanlara zarar verebilecek şekilde yaklaşıp maddî-manevî tahribatlara yol açabilmeleri mümkündür.
Söz sultanıEfendimiz (sav)’in ifadesi ile “Şeytan insanların kanının dolaştığı yerde dolaşır.”[5] İnsan için alyuvar ve akyuvar gibidir.
Efendimiz’in Sihre Galebesi
Büyü yoktur, inanmam, diyenlerin bir kısmı meseleyi dinî menşeli görüp, küfrün muktezası olarak reddeden inkarcılardır. Diğer kısmı ise hiçokumamış, duymamış ve dünyada olup bitenlerin farkına varamayanlardır.[6]
Kur’ân-ı Kerîm, karı ile kocanın arasını açan sihirden bahsetmekte ve Süleyman (as) ve Musa (as) zamanındaki sihir hadiselerini tafsilatıyla anlatmaktadır.[7]
İkinci olarak: Bir yahudi (Lebîd İbnü-1 Esam) bizzat Efendimiz (sav)’e sihir yapmıştı. Efendimiz (sav) belli bir ölçüde (Allah’ın müsaadesiyle ve bir hikmete binaen) tesirinde kalıp sıkıntı duymaya başlayınca sahirin malzemeleri meleğin işaretiyle kuyudan çıkarılıp getirilmişti. Muavvizeteyn’in (Felâk ve Nâs Sûreleri) okunmasıyla da Allah (cc) tarafından tesiri yok edilmişti.[8]
Bir itirazcı, Efendimiz (sav)’e yapılan bu büyüyü kastederek “Peygamber, Felâk Sûresi’ndeki uyarıya kulak asmamış mı acaba? Sığınmamışmı? Yoksa Tanrı’ya sığınmış da büyünün etkisi karşısında O’nun Tanrı’ya sığınmasının etkisi birşeye yaramamış mı?” diyor. Böyle derken de şu gerçekleri gözardı ediyor:
1) Cumhur-u müfessirine göre bu sûreler Efendimiz (sav)’e yapılan sihirden sonra inmiştir. Felâk ve Nâs sûrelerinin iniş sebebiyle ilgili rivayetler de bu görüşü desteklemektedir.[9]
2) Efendimiz (sav)’e sihir yapılmasıne O’nun Allah’a sığınmadığıne de Allah’ın O’nun bu duasını cevapsız bıraktığı manasına gelmez.
Allah Resulü’nün (sav) bütün hareketlerinde, bir Ölçü ve denge vardır. O, cihanı fethedecek ordular sevkederken, bir karıncayı dahi incitmeme prensibini de daima korumuştur. Sebeplere tevessül etmiştir; ancak duayı da hiçbir zaman ihmal etmemiştir.
Gece gündüz münacat ve inleme içinde geçen bir ömür görmek isteyen, Resûlullah (sav)’ın hayatına baksın. Baksın ve insanlık, duanın ne demek olduğunu, dua etmenin adabına ve duanın insana maddî manevî kazandırdıklarını görsün, ibret alsın. Efendimiz (sav)’in bir gün içerisinde okuduğu duaları ve istiğfarı merak edip araştıranlar görecektir ki; duada da O’na ulaşmak mümkün değildir. Sanki O, (sav) hayatının her ânını dua ile geçirmiş gibidir. Bir insan başka hiçbir şey yapmasa ve sadece dua etse, bir ömrü dolduran duası, ancak Allah Resûlün’den nakledilen dualar kadar olabilir. Evet, Rasûlullah (sav) aksiyon adamıydı, muhakeme insanıydı, fakat ibadet ve duada da eşi benzeri yoktu.
Efendimiz (sav)’e “O, meşhurdur” (Sihire mağlub olmuştur) demekle; “O’na sihir yapıldı da bu sihir def ve iptal edildi” demek arasında büyük fark vardır. Bu husustaki rivayetler; Efendimiz (sav)’in sihre mağlup olduğunu veya O’nun duasının icabetsiz kaldığını değil, bilakis Efendimiz (sav)’in mucizesi olarak sihre ve sihirbazlara galebesini haber vermektedir.
Ayrıca bu sihir, Peygamberimiz (sav)’in aklına, kalbine, itikadına değil, ancak beşeriyet icabı O’nun mübarek vücud-u saadetlerine tesir etmiştir. Bu da arız olabilecek bazı hususlardan rahatsız olması şeklindedir. İşte bu anlatılan haberler de müessir bir sihre karşı, bir mucizeye delalet etmektedir.
Hayata mal olmuş çok hadiseler ve misaller var ki bunların hepsi de sihirin tesirini göstermesi bakımından önemlidir. Meselâ şu hatıra bu konuda kayda değer.
“Ben geçen yıla kadar büyü diye birşeye inanmıyordum. Derken, akrabalarımdan biri delirdi. Nöbet geldiğinde kaskatı kesiliyor ve gözlerini bir noktaya dikiyordu. Gitmediğimiz doktor ve hoca kalmadı. En son gittiğimiz yerde bu işlerle uğraşan kişi hastaya okudu ve daha başka şeyler yaptı. Dönüşte arabaya bindik ve o yakınımız hiç alışmadığımız bir ses tonuyla ‘Neredeyim ben, ne oldu bana? dedi. Şaştım kaldım ve ondan sonra inandım ki büyüo luyormuş.”[10]
Burada birkaç itiraza cevap vermeyi arzu ediyoruz.
İtirazcı cin çıkarma ile ilgili konulara değinerek çeşitli iddialarda bulunuyor. “Ve demek ki Muhammed’e cinlerle çok uğraştığı ve cinlerden bilgi alma yoluna giden biri olarak görüldüğü için, inanmazlarınca ‘mecnun yani cinlenmiş denmiştir” diyor.
1) Bu çeşit iddiacıların diğer sorularında da göze çarptığı gibi soruları mantıktan yoksundur. (Aslında sorulan bir soruya doğru cevabın alınabilmesi için en önemli esaslardan birisi sorunun doğru olarak sorulması gerekir.)
Siz ruh ve akıl hastası birine bin defa “akıllı” ve “âlim” deseniz, o yine gerçek manada akıllı ve âlim kabul edilemez. Aynen onun gibi, Efendimiz’in (sav) can düşmanları olan hasımlarınca O’na (haşa) “mecnun” denmesi de bir mana ifade etmez. O’nun cinlerle uğraştığı manasına gelmez. Zaten Kur’ân-ı Kerîm bu iddiaları yalanlamaktadır. Meselâ: “O, zalimlerin seni dinlerken ne sebeple dinlediklerini ve konuşurken “Siz büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz!” dediklerini gayet iyi biliyoruz. “Bak, senin hakkında (büyülenmiş, cinne tutulmuş şekilde) nasıl misaller verdiler de doğru yoldan saptılar” (İsrâ Sûresi, 17/47-48) demektedir. Âyet-i kerîme’de görüldüğü gibi O’na (sav) mecnun diyenlerin sapıklar olduğu belirtilmektedir.
“Sen öğüt ver, Rabbinin nimeti sayesinde sen ne kâhin ne de cinlenmişsin. Senin okuduğun zikir, âlemlere öğüttür.” (Tûr, 52/29-30)
“Rabbinin nimeti sayesinde sen cinlenmiş değilsin” (Kalem, 68/2) Duyurulmaktadır.
Rahmeten lil âlemin Efendimiz’e (sav) iftira atanlar iddialarını ileri sürerken, iddia ettikleri mevzulara delil olması için, hayatının her safhası bilinen ve kaydedilmiş olan Efendimiz’in cinlerle (Risalet vazifesi dışında) uğraştığına dair birkaç misal veya delil getirmeleri gerekmez miydi?
2) İtirazcılar, asıl kaynaklara inmeden, sokaklarda dinî değerleri istismar veya tezyif için satılan, ama asla Kur’ân-ı Kerîm’de ve sahih kaynaklarda (sünnette) geçmeyen duaları ve yine usullerini veya sihir bozma iddialarını sanki kitap ve sünnet kaynaklı imiş gibi gösterip bunların gölgesinde İslâm’a saldırmaktadırlar.
Böyle davranmak yerine işportada satılan sihir bozma dualarının Kur’ân’da ve sahih kaynaklarda bulunduğunun isbat edilmesi ve eğer bulunuyorsa erbabınca tecrübe edildikten sonra fayda sağlanamadığının da isbat edilmesi gerekir ki, yapılan iddiaların bir manası ve mantığı olsun…
3) Ve yine itirazcıların dayakla cin çıkarmaya misal olarak anlattıkları hadiseleri, Kur’ân-ı Kerîm’de sahih hadis kitaplarında ve diğer sahih kaynaklarda görmüyoruz. Önce dayakla cin çıkarma yolunun İslâmî bir usul olduğunun ve bu İslamî usul uygulanarak, dayakla cin çıkarılırken ölenler olduğu yer ve zamanı gösterilerek isbat edilmesi gerekir.
Habis ruhlardan ve cinlerin şerrinden korunmak için takip edilecek yolları şöyle özetleyebiliriz:
a) Allah (cc) ve Resûlullah (sav) ile iyi münasebet kurup, İslâm’ın prensiplerine uyulmalıdır.
b) Fiilîve kavlî dua ile Cenâb-ı Hakk’a (cc) iltica edilmelidir. Korunmamız hâl-kâl, iç-dış, fiil-dua bütünlüğü ve birliği içinde olmalıdır. Zaten vücudumuzda bir rahatsızlık ve hastalık hissettiğimizde doktora gitmemiz, ilaç kullanmamız birer fiilî duadır. Arkasından şifayı verecek olan Cenâb-ı Hakk’a el açıp şifa dilememiz de kavlî duadır…
c) Nezd-i uluhiyet’te makbul kimselerin duası alınmalıdır. Nitekim Efendimiz’e (sav) bu şekilde rahatsız bir çocuk getirildi. Efendimiz (hafifçe) vurup “çık ey Allah’ın düşmanı”buyurdu. Sonra çocuğun yüzünü yıkadı ve dua etti. Neticede çocukta hiçbir şey kalmamıştı. Biz de böyle hüsn-ü zannımız olan kimselere müracaat eder, onlardan dua diler ve “İnşaattan Cenâb-ı Hakk şifa verir” deriz.[11]
Mü’minin duası hususiyle bizahril-gayb yani arkasından olursa makbuldür. Bu mevzuda itirazcı ise yukarıdaki rivayeti zikrederek şöyle sormakta: “Çocuk iyileşmiş miydi? “Bir sav olmaktan ileri gitmiyor kuşkusuz.”
Öncelikle, rivayetin içinde çocuğun iyileştiği açık ve sarih olarak belirtiliyor. Eğer inanmıyorsa çocuğun iyileşmediğine dair delillerin ortaya çıkarılması gerekir. Acaba bir haberin veya hadisenin doğru olup olmadığının anlaşılması için; mutlaka o hadiseye itirazcının şahid olması mı icab eder?
d) İnançlı psikiyatrist ve hekimlere gidilmelidir. Yani materyalist ve inkarcı olmayan ve âli ve habis ruhlara, cinlere ve tesirlerine inanan ehil psikiyatrist ve hekimlere gidilmelidir.
e) İstiaze, Ayete’l-Kürsî, Muavvizeteyn (Felak ve Nâs Sûreleri) vb. dualar okunmalıdır. Çünkü bunlar Efendimiz (sav) tarafından bizzat tavsiye edilmiştir. Daha başka dualarıhem de muhtelif sayılarda okunmasını tavsiye edenler var.[12]
- Dualarla cinlerden ve habis ruhlardan kurtulanlara yakın tarihimizden misaller.
a) Yakınlarımdan birinin yüzü felç oldu, bir hafta Kaside-i Bürde’yi okudum Allah (cc) ‘in izniyle şifa buldu.
b) Çok sevdiğim 10-15 senelik bir arkadaşımın hanımında evlenir evlenmez trans hali gelmeye başladı. Kaskatı kesilip dönüyor ve “geldiler” diyordu. Gitmedikleri doktor kalmadı. Prof. Ayhan Songar bir sene meşgul oldu. Sonra Allah (cc) başka bir yerden kapı açtı. Arızalı ve malûl kimselere okuyan iki yüksek okul bitirmiş bir hocaefendi bir ay gelip bu kadına okudu. Bizzat kendim de gittim ve Ashab-ı Bedr’in isimlerini de yanımda götürdüm. Ben daha merdivenlerden çıkarken kadın bağırmaya başladı. Ben içeriye girmeye lüzum görmedim. “Bizim iş tuttu” dedim ve Ashab-ı Bedr’in isimleri bulunan kağıdı arkadaşa verdim. Arkadaş götürüp kağıdı kadının üstüne bırakıverdi. Aşağıya sesi gelen kadın şöyle diyordu: “Niye kaçıyorsunuz? Hz. Hamza geldi diye kaçıyorsunuz değil mi?” Bütün bunları nasıl izah eder ve hangi maddî sebebe bağlarsınız.
Şimdi kadın tamamen iyileşmiş durumdadır.[13]
Sihir-büyü gerçektir ve yapılabilir, yani büyünün tesiri mümkün ve vakidir. Ancak, başkasına büyü yapıp kötülük etmek, karı-kocayı birbirinden ayırmak, bu yolla insanları birbirine düşürmek, tutsun tutmasın bu mevzuda gayret sarfetmek, (yapmak ve yaptırmak) yapana da yaptırana da yardımcıolmak katiyyen haram ve günahtır; helâl itikad ederek yapmak ve yaptırmak da küfürdür, insanı kafir yapar. Fakat birisi gerçekten cinlere veya büyüye maruz kalmışda ızdırap çekiyorsa, okumakla onu bu ızdıraptan kurtarmak herhalde sevaptır. Şu kadar ki, bu mesele bir meslek, meşgale ve iş haline getirilmemelidir. Zira hadis ve sünnette bu meselenin yerini göremiyoruz. Efendimiz (sav) cinlerle görüşmesine görüşmüştür ama, bu onun nübüvvet vazifesi çerçevesinde olup, onların da peygamberi olduğundandır. Efendimiz (sav) kendilerine İslâmiyet’i tebliğ etmiş biatlarını almış ve yapmaları gereken mükellefiyetleri bildirmiştir. Bunun dışında, cinlerle nasıl irtibat kurulur, onlar nasıl çalıştırılır, büyü nasıl yapılır ve bozulur, bu mevzularla hiç uğraşmamıştır. Efendimiz (sav)’in nurlu beyanlarında da bu mevzuyla ilgili herhangi bir şey görmüyoruz. Fakat, onların yaklaşma noktalarını, zararlarını ve habislerinden kurtulma yollarını talim etmiştir. Şu kadar ki, umumî manada ümmetin bu meselelerle uğraşması tasvip edilmese dahi belli kuvvete, ruh gücüne ve kabiliyetine sahip olan ve manaya gözleri açık bulunan zevatın cinleri hayır istikametinde kullanmasında herhalde bir mahzur olmasa gerektir. Nitekim Süleyman (as) bunu yapmıştır.
[1]Fahruddin er-Razi, Mefatihu’1-Gayb, 1/165; Yazır. Elmalılı Hamdi. Hak Dini Kur’ân Dili, 1/441-445.
[2]Gülen, Fethullah. Asrın Getirdiği Tereddütler. 2/203.
[3]Yazır, ElmalılıHamdi, Hak Dini Kur an Dili, 1/441-445.
[4]Gülen, Fethullah, İnancın Gölgesinde, 1/159.
[5]Buharî, İ’tikaf, 11; Müslim, Selam, 23; Ebu Davud, Sünnet, 17; tbn Mace, Siyam, 65; Müsned, IH/156.
[6] Gülen, Fethullah, İnancın Gölgesinde 1/154.
[7] Enbiya, 21/82; Nemi, 27/39; Sebe, 34/12; Sâd, 38/37.
[8] Sahih-i Buharî Muhtasari, Tecrid-i Sarih Tercemesi, 9/1352.
[9]Tefsiru’l-Münir 30/471; Buharî, Tıbbı, 76/48-49; el-Esas fi’t-Tefsir, 11/64-67; Hak Dini Kur an Dili 9/6351-60.
[10]Gülen, Fethullah, Asrın Getirdiği Tereddütler, 2/211 sayfaya daha başka misaller için bakınız.
[11]Gülen, Fethullah, İnancın Gölgesinde, 1/160…vd.
[12]A.e., 1/163-164.
[13]A.e., 1/158. ….vd.
0 yorum: