11 Eylül 2009 Cuma

Bediüzzaman'dan Mühim İfşaat



Bediüzzaman'dan Mühim İfşaat

Bediüzzaman Said-i Nursî -kuddise sırruh- Hazretleri “Sikke-i Tasdik-i Gaybî” adlı eserinde buyurur ki:
“Ümmetin beklediği, âhir zamanda gelecek zâtın üç vazifesinden en mühimmi, en büyüğü ve en kıymetdarı olan îmân-ı tahkikiyi neşr ve ehl-i imânı dalâletten kurtarmak.”
Hazret-i Mehdi’den evvel çıkacak vazifeli zâtın vazifesinin başı bu olacak. Onun ilk vazifesi kararmış olan âlemi Allah-u Teâlâ’nın nuru ile nurlandırmak, fikirleri aydınlatmak, dalâlet ile hakikati ayırmak ve bu sayede imanları kurtarmaktır.
Bediüzzaman Hazretleri ehl-i keşif bir zât ki, Allah-u Teâlâ olacakları ona dilediği kadar hep göstermiş, bunun hakikatini bütün açıklığı ile görmüş, Hazret-i Mehdi’den evvel çıkacak bir zâtın bunları yapacağını söylüyor.
Nitekim Muhiddin-i İbn’ül-Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri:
“İşte bu sona getirecek ve bizim beklediğimiz Mehdi değildir. Bu ancak kendi ehl-i beyt’inden olacak birisidir.” buyurmuşlardır. (Fütûhât-ı Mekkiyye)
“O zâtın ikinci vazifesi, şeriatı icrâ va tatbik etmektir.”
Allah-u Teâlâ’nın emir ve yasaklarını kendisinin tatbik etmesi ve kendisinin tatbik ettiği hükümleri etrafına da tatbik ettirmesi.
Halk helâli haramı kaldırmış, besmelesiz kesilen etleri yiyor. Şer’î nikâh ve mehir nedir bilinmiyor. Öşür zaten verilmiyor. Fâizle herkes iştigal ediyor. İçki su gibi içiliyor, kumar alabildiğine oynanıyor.
Böyle bir ortamda Allah-u Teâlâ’nın emir ve yasaklarını kendisinin tatbiki ve etrafına tebliği için gönderildi ve uyan kurtuluyor.
“Birinci vazife maddî kuvvetle değil, belki kuvvetli itikad ve ihlâs ve sadakatle olduğu halde bu ikinci vazife için gayet büyük maddî bir kuvvet bir hakimiyet lâzım ki, o ikinci vazife tatbik edilebilsin.
O zâtın üçüncü vazifesi, Hilâfet-i İslâmiyeyi İttihad-ı İslâm’a bina ederek, Îsevi ruhanîleriyle ittifak edip dîn-i İslâm’a hizmet etmektir.”
Bütün müslümanlara olduğu gibi, diğer dinlerdeki kişilere de hakikati duyurmak için eserler İngilizce, Almanca, Fransızca ve Boşnakça gibi diğer lisanlara da çevriliyor. Bir de Almanca Kur’an-ı kerim meâli hazırlanmıştır. Bu kitaplar gerek papazlara ve gerekse ileri gelenlerine ulaştırılıyor.
Bu eserler aynı zamanda Almanya, Fransa, İngiltere, İsviçre, Hollanda, Belçika, Avusturya, Danimarka ve Avustralya... gibi devletlerde de yayılmaktadır. Mücahidler sefer halinde oralara akın yapmaktadır.
Bediüzaman -kuddise sırruh- Hazretleri devamla buyururlar ki:
“Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakârlarla tatbik edilebilir. Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade kıymetdardır, fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve geniş bir dairede ve şâşâlı bir tarzda olduğundan, umumun ve avâmın nazarında daha ehemmiyetli görünüyorlar.” (Sikke-i Tasdik-i Gaybî, sh. 9)
O (Fettuhlah Gülen) gücü kendisinde zannetti ve küfre bu noktadan düştü.
Asıl gaye iman kurtarmaktı. Çok maddî güçle bu kitap hazırlanacak; dünyanın her yerine, kiliselere, havralara, bedava dağıtılacaktı. O Zât-ı muhteremin gayesi bu idi.
“Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır.” (Mâide: 51)
Âyet-i kerime’sini dahi göremedi.
Allah-u Teâlâ bu Âyet-i kerime’si ile yahudi ve hıristiyanlarla dost olmayı yasaklamış, onları dost edinenlerin onlardan olduğunu beyan etmiştir.
Ebu Zerr-i Gıfâri -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Şüphesiz ki benden sonra ümmetimden bir zümre gelecektir. Onlar Kur’an okuyacaklar. Fakat Kur’an’ın feyzi onların boğazlarından öteye geçmeyecektir. (Yalnız dilde kalacaktır). Nitekim onlar, okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkacaklar, bir daha da ona dönemeyeceklerdir.
İşte bütün insanların ve hayvanların en kötüsü bunlardır.” (Müslim: 1067)
Burada bunların bir daha dine dönmeyecekleri haber veriliyor ve iman edenlere duyuruluyor.
Hem dinden çıktılar, hem de hayvandan aşağı oldukları görüldü.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Şüphesiz ki Allah katında, yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü kâfir olanlardır. Artık onlar iman etmezler.” (Enfâl: 55)
Onların iman etmeleri beklenilemez.
Hadis-i şerif’te ise şöyle buyuruluyor:
“Ümmetimden bir kısım gruplar çıkacak, bunları bid’atlar istilâ edecek, tıpkı kuduzun, buna yakalanan kimsede hiçbir damar, hiçbir mafsal bırakmayıp her tarafını sardığı gibi, bu bid’at da onların her hâllerine sirayet edecek.” (Ebu Dâvud)
Gerek Âyet-i kerime’ler, gerekse Hadis-i şerif’ler onları bu şekilde belirtiyor. Biz de bu ilâhi hükümlere bakarak bunların içyüzlerini çok rahat bilmiş ve görmüş oluyoruz ve müminleri uyandırıyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder